Sanki uluslararası bir müsabakada, koskocaman bir ringde ağır sıklette bir maça çıkmış ve rakibimden aldığım sağlı sollu kroşelerle yere düşmemek ve kaybeden olmamak için ölüm kalım savaşı veriyorum.

İnsanın böyle bir ruh haline bürünebilmesi için ne yaşamış olması gerekir sorusu ise henüz cevap anahtarındaki şıklarda “var ama”yok.

Neden yok olduğu sorgulandığında ise cevabını veremiyorum ama herkesin bir hikâyesi olduğunu ve yine her hikâyenin yaşayanını etkilediğini biliyorum sadece. Ateş düştüğü yeri nasıl yakıyorsa, mutluluklar ve hüzünler, acılar ve sevinçler de kişiden kişiye, bakış açısına göre değişiyor diye düşünüyorum. Yazmaya meylettiğimden beri, her zaman söylediğim ve doğruluğuna inandığım bir saptamamdır naçizane, herkes kendi pençesinden bakar hayata ve gördüğü kadar zanneder her şeyi.

Oysa karşımızda yanı başımızda olanın yüreğine de bakabilmeyi becerebilsek ara sıra, becerebilseler, kim bilir can kırıklıkları olmayacak belki o zaman.

Duygularımız başımızın en büyük belasıdır aslında. Canımızı sadece duygularımızduygusallığımız okuyor çünkü. Kendi adıma söylemem gerekirse mantık ve duygu ikilisini bir türlü doğru zamanda doğru yerde devreye sokamadım. Hep bir tereddüt hep öncelik sıralamasını şaşırdım. Bunun bedelini de yaşamım boyunca ödedim ve hala ne yazık ki ödemekteyim.

“Kendi hayatımızın konrolünü kaybettiğimizde, dümenine geçip sizi o fırtınadan bu fırtınaya savurmaya gönüllü en yakınlarınız oluyor bunun altını kalın çizgiyle çiziyorum. Tecrübeyle tasdiklenmiştir ki hiçbir zaman kendi hayatınızın kontrolünü bir başkasına asla vermemeniz gerekiyormuş, bu kim olursa olsunhiç fark etmiyormuş!

Örneğin;

Sıfatlar üzerinden gidecek olursak, annelik bir kadın için en yüce en anlamlı mertebedir diye düşünüyorum. Zorluğu, sorumluluğu, gerçekten sorumluluğunun ağırlığı iyi bir bilinçle ilintilidir. Ama bu demek değildir ki sadece annelik sorumluluk ister. Ya evlat olanlar, peki onlar muaf mıdır annelerinin ve aynı zamanda evlat olmasorumluluğundan.

Ateş bu aralar bu duygu sarmalında yanıyor bizim buralarda. Anlamakta güçlük çektiğim gelgitler yaşadığım, belki de saçma sapan olarak nitelendirebileceğim bir girdabın içinde can kırıklıklarımla boğuşuyorum hanidir.Kontrol budalası olmakla, akışına bırakabilmek arasında tıkanıp kaldığımın farkındayım ama “özveri”kelimesinin bende ki mealinin sayfalara sığmadığını gördükçe de endişem her geçen gün kendi adıma daha daçok artıyor açıkçası…

Yaşadığımız gezegende neyi çok severse insan, en çok oradan sınava tabi tutuluyormuş bunu öğreniyorum her geçen gün.Peki, öğreniyorum da ne değişiyor hayatımda?

Bu konudaki serzenişimin altında yatan sebepleri ifşa etmek değil isteğim, sadece annelik denilen o en ağır en kutsal görevin o emsalsiz hissin gereğini tam manasıyla becerememekten dertliyim.

Az değil çok vermekten dertlenir mi insan. Çok sevmenin değer vermenin niye ağır olur ki bedeli…

Kendimi çok iyi tanıyorum, bütün hücrelerimi tek tek binlerce kez kontrolden geçirip sorgulayıp olumsuz yönlerimin cezasını en ağır şekilde vererek kendi canımı en iyi ben okuyorum işin doğrusu. Buna rağmen en ağır bedelleri ödeyerek yola devam edebilmek akıl işi değil biliyorum ama…

En zor artlarda bile pes etmeyen bir yapıya sahibim. Evet, çok duygusalım çok sulu gözlü biriyim kabul ediyorum, gözyaşlarımın her damlası başarmaya attığım adımlarımın yükseldiği basamaklar gibi sanki.Aldığım ve gönüllü olduğum her sorumluluktaki işleyiş her zaman böyleydi. Bundan hayıflanmıyorumelbette, sadece dayanma gücümün ve yıpranma noktamın artık iflas ettiğini gördüğüm için çok çabuk kırılıyor direncim. Bunun yaş almaktan ziyade yaşanmışlıkların neticesinde oluştuğunu düşünüyorum.

Uzun zamandır kendi ailemin şahsi işlerimin arasında ki sıkışmışlığın yorgunluğu neticesinde satırlar şekilleniyor belki ama aslolan paylaşmaksa benim hayat görüşümde, içime sıkışan ne varsa, özgürlük kutsaldır dediğim felsefeme ihanet etmediğim için sıkıntı yok.

Sadece anne baba olmak değil, eş olmak, evlat olmak ailevi sorumlulukların hakkını verebilmek ve bütün bunları yaparken kendini ıskalamamak. Bunların hepsi ne yazık ki bir arada olamıyormuş. Kendinden ve önceliklerinden bir başkası için vaz geçersen gönüllü olarak hiç de sorumlu değilken başka hayatların yaşamların sorunlarını görev edinmiş oluyorsun. Sanırım ben galiba en çok bunun en iyi yapıyorum. Üzerime basılıp geçilmesine ben müsaade ediyorum. Hal böyle olunca da yıpranan yorulan ve kendinden azalan ben oluyorum.

Bu bilinçle neden mütemadiyen böyle davranıyor ve davranmaya devam ediyorum, işte cevap anahtarımın eksik şıkkı.

 İnsan olmak mı(?)

Anne olmak mı (?)

Evlat olmak mı(?)

Eş olmak mı(?)

İçimden bir ses hiç biri diyor ve kulağıma fısıldadığı şıkla yüreğime atıyor tokadını.

Çok vermenin ve çok sevmenin de çok zararlı olabileceğini öğrenmeyi hiç istemezdim doğrusu ama öğretiyorlar…