Karmakarışık bir zihin tarlasının , doğru düşünmeye ve düşündüğünün arkasında durmaya çalışmak, sanırım son zamanlarda yapılabilmesi, başarılabilmesi en büyük sınav.
“Çoğu kez sınıfta kalındığının altını daha yazının başında kalınca bir çizgiyle çiziyorum.”
Öylesine iç içe geçiriliyor ki duygular, doğrular ve yanlışlar üzerinden üst üste yediğiniz algı yumruklarıyla daha en baştan kaybederek ayrılıyorsunuz müsabakadan. Aynaya bakmaktan bile korkuyor insan ya gördüğüm ben değilsem! Ya benimde içime dokumla örtüşmeyen yaratıklar kaçmışsa…
Algılar…
Biz canlılar, özellikle düşünebilen ve konuşabilen ve hissedebilen olanlarımız ”öyle olmasını ümit ediyorum” tam kazanacağımıza inanmak üzereyken kaybediyoruz, neden acaba?
Yeteri kadar mücadele edilmediği ya da hazıra konmayı beklemek sorunun cevabı olabilir belkide.
Arenalar, hangi alanda olursa olsun, mücadeleyi savaşı ve netice itibarıyla da kazanmayı anımsatır insana. Hiç kimse kaybetmek ve yenilmek için herhangi bir mücadelenin içine girmez, bu yeryüzündeki tüm canlıların, içgüdüsel olarak benimsediği ve özümsediği yaşamşekli ve duygu sarmalıdır.
Hedefine kitlenen her canlı sadece başarmayı düşünür. Yolu, yöntemi, ahlaki değerleri kulak arkası ederek, kazanmaya endeksli bir yarışta önemsemez bu uğurda feda ettiklerini, dahası feda edeceklerini.
“Bu da insanlığın ilkelliğinin sorgulanması için yeterli bir yaklaşımdır aslına bakarsanız.”
Gündelik yaşam diye sıradanlaştırdığımız mecburi yolculuğun arasına sıkışan kazanç şifrelerinin altında yatıyor bütün sır. Günü kurtarmakta bir savaşın kazanımı oluyorbazen, bazende yarını ele geçirmek, bazen ise geleceğe erişmek.
Burada üzerinde durulması ve sanırım gözden kaçırılan en büyük ayrıntı, yarınımızı ele geçirmek isteyenlere gönüllü olarak hizmet ettiğimizdir. Bunu yaşamın her alanında, uyutula uyutula adeta hipnoz edilerek farkına bile varmadan yapmakta olduğumuzdur işin en acı tarafı. ”Düşünebilen, konuşabilen, hissedebilen insan sayısı azalmaktadır.”
Bu durumu sadece siyasi arenalarla sınırlandırmayalım, yaşamın her alanında, mücadele gerektiren her platformda bu ne yazık ki böyle. Günü kurtarmayı tercih edenler hep kaybeder. Yarını esir almak isteyenler ise yolu yöntemi adil olmasa da kazanmaya endeksli olarak, gözü dönmüş ve acımasız olsalarda kendilerincemutlaka kazanırlar! Şu durumda gelecek kaygısı ne yazık ki kaygılandırıyor insanı.
Şimdi kendimize bir soru sormamız gerekiyor, biz birilerinin kazanması için kobay olanlardan mıyız(?) yoksa kendi arenamızda oyunu kurallarıyla kazananlar mı olmalıyız. Kuralların eşitliği söz konusu bile değilken, istemediğimiz, özümsemediğimiz hatta daha da vahimi inanmadığımız dayatmalara hep yenik mi düşeceğiz.
Sessizlik vazgeçişse eğer, ihaneti sadece kendine yapmaz kişi. Her koyun kendi bacağından asılır ama sürünün içinden seçilir asılmadan önce. Yani her bir koyun fark edemese de sürünün tamamından sorumludur.
Küçük toplulukların sesleri büyük kitlelerin yanında her zaman cılız, her zaman anlamsız kalır ve istenilen hedefe ve dahası sonuca gidemez. Küçük cılız sesler kendi içlerinde birbirine karışır, her kafadan bir ses çıktığı için de varılmak istenilen noktaya ulaşılamaz. Çünkü günü kurtarmak denilen o zavallı şıkkın kurbanı olur küçük cılız sesler. Mesele yarına varabilmek,geleceğe erişebilmekse eğer, kitleler üzerinden duyulmalı ses, tek yürek ve hedef.
Ne gariptir ki buna rağmen,küçükler büyüdüğünde,çoğaldığında büyük anlamlaşır!
Aynı düşünmek,aynı konuşmak mecburiyeti de sınırların içine hapsedilmiş dayatma biçimidir, bu da dozu ayarlanamadığı için çok büyük tehlike arz eder ve sonuçlarının olumsuzluğu sonradan baş gösterir.
Doğru düşünebilmek, neticede insanlığa iyi gelebilecek yöntemlerin önünü açabilmek, bağımsız bir algı mekanizmasıyla olacaktır. Deneme ve yanılma yönteminin o çok ağır kesilen faturaları, tahsilatını acımasızca yapar insanlığın üstünde. Bağımsız özgür düşünce, eylemden söyleme kadar olmazsa olmazıdır aydın insanın profilinde.
Bunun gerçekleşebilmesi için ise zihin tarlalarımızın üzerine ekilen zehirli tohumlardan kendimizi temizlememiz gerekiyor. Bizi zehirleyen ve bize iyi gelmeyeceğini bildiğimiz, inanmadığımız hiçbir yaptırıma boyun eğmemek, aklımızı, algımızı bulandırmak isteyenlerle mücadele edebilmemiz için sanırım en gerekli kararlılıktır. Ötekiler berikiler acizliğinden bir an evvel kurtulmak zorundayız.
Peki, bunu yapabilir miyiz? Biz istemediğimiz inanmadığımız hiçbir şeye boyun eğmeden herkesin algısı kadar bizimde algılarımız olduğunun farkına varabilir miyiz?
Elbette varabiliriz, elbette yapabiliriz, bireysel kimliğimizin bizlere boşuna verilmediğinin farkına vardığımızda, bir başkasının üzerimizde hak hukuk sahibi olamayacağını elbette bilebiliriz ve bunu hayata geçirebiliriz. İstemediğimiz hiçbir şeye rıza göstermemeliyiz. Bedenen ve ruhen kişiye özel verilen hak kutsaldır zaten, üzerinde hiç kimse yaptırım uygulayamaz. Tanrı her canlıyı özene bezene ve özgür yaratır.
Bizler, yeryüzünde ki düşünebilen, konuşabilen,hissedebilen özellikleriylediğer canlılardan farklı olan insanlar, bu gezegenin içinde, şu kısacık yaşam yolculuğumuzda günümüzü kurtarmak yerine, ha bir gayret, ha biraz cesaretle yarınlara ortak olabiliriz? Zira yarınlar kimsenin tekelinde değil,ödünç aldığımız zaman dilimleridir, sonrasında dünlerde kalacak olan.
Mücadele etmek ve birey olarak kendini ifade edebilmek bir erdemdir. Arenalarda savaşmak kuralları ihlal etmeden kazanmak bir erdemdir. Kuralsız manevraların zafer sarhoşluğu girdabında boğar kişiyi ve yahut kişileri.
Zaman sadece birazcık zaman…