Doğduğun yer değil doyduğun yerdir önemli olan ve doyduğu yere borçludur insan.
Yakasına alacaklı gibi yapışmak değil doğru olan, doyduğun yerin yüreğine  el vermen gerekiyor ve bunun içinde bir parçacık da olsa yürek gerekiyor.
Bu coğrafyanın içinde yaşayan, var olan herkes ama herkes bu şehirden sorumludur. Sadece şehirden değil, birbirinden de sorumludur. Yetkisi ve etkisi ne olursa olsun, kendinden önce bu Kenti ve değerlerini düşünmek zorundadır. Zorundadır diyorum çünkü yalnızlığından, öksüzlüğünden, derdinden, yarasından, kanamasından dem vurmaktan öteye gidemiyoruz. Çatlak seslerin uğultusundan birbirimize sağırlaştık. Dahası birbirimizin ayağına taş bağlamaktan birbirimizi düğümlediğimizin farkında değiliz iyi mi? Yazmanın da ve konulara dikkat çekmenin bir işe yaradığını düşünmüyorum açık söylemek gerekirse. Kim kime dum duma bir havaya bürünmüşlüğümüz var zira.
Beğenmiyoruz kendimizden başkasını, vuruyoruz kör kurşunlarla. Anasından bacısından başlıyoruz soyuna sopuna kadar doluyoruz dilimize.
Rezillik diz boyu, birbirini ısırmaya çalışan ve bunun için fırsat kollayanlarla çevrelenmiş etrafımız, bırak arkanı dönmeyi, yüzünü çevirdiklerin bile fırsatları değerlendirmek için hazır ol da bekliyor. Fırsatını buldukları an saldırıya geçecekler bu o kadar açık ki.
Evet; Dertliyiz çünkü derdimiz var, derde derman nerde peki? Kim taşın altına elini yüreğini koyacak ve ne zaman yapacak bunu. Kim ne zaman acaba ben bütün bu olumsuzluklardan sorumlu muyum, benim bu işte payım nedir diye, ne zaman sorabilecek kendine. İfade etmeye çalışırken bile, yutkunarak konuşmak, çokbilmişlerin çokluğundan kaynaklanıyor. Onların gazabına uğramaktan korkuyor insan! Kendilerinde görüyorlar her hakkı, donanım, bilgi sadece kendilerine özgü bir özellikmiş gibi geliyor onlara. Kime mi peki, şu bizim çakma entelektüellere.
Sesler çoğalmaya başlayınca ve bir de ulu orta ayıplar meydanlarda seslendirilmeye başlandığında, hele ki bıçak sırtı tabir edilen konular, yerine ve muhatabına ulaştığında can yakıyor, zülfü yâre dokunduğunda ise kıyamet kopuyor. Sağıra yatılıyor olsa da herkes biliyor kabahatini aslında, hem de çok iyi biliyor. İşte o kabahati büyük olanlar yeni yol yeni yöntem arayışına giriyor. Örneğin; kendi pisliğini başkalarının üzerinde yıkamak gibi garip bir telaş ile çirkefleşiyor akabinde de daha da çok hata yapıyorlar!
Öte yandan mevzunun bir başka boyutu belki de daha vahime doğru seyri söz konusu.
Modern dünya normlarında adı insanca yaşamak olan, gayet sıradan ve olağan bir sürece yolculuğumuz olağan ve gayet gerekli diye düşünmekteyim. Fakat bunun için bin bir takla atmanız gerekiyor çünkü bunun aksi için çalışılıyor sanki elbirliğiyle. Özeniyoruz ve dolayısıyla da kendimizi o düşünceye, insanca yaşama düşüncesine kaptırıyoruz.
Ne ilginçtir ki bunun olabilirliğinin henüz yolunu yöntemini bulabilmiş değiliz. Biz hala insanlığın ve insanca yaşamanın alfabesini öğrenemedik o kadar cahiliz yani. Birde utanmadan kalkmışlar entel yarışına giriyorlar. Dedim ya birbirimize attığımız düğümler işte onları çözmeden olmayacak bu iş. İçinde yaşadığımız kentin boyundan büyük sorunları derdi var. Bunları kaleme almak, sıralamak o kadar üzücü ki. Hele ki çözümünden bi haber ortalıkta dolaşan sorumsuz sorumlularını bildikten sonra daha da zor.
Bir seferberliğe ihtiyacı var bu kentin adamakıllı bir silkelenmeye bir de. O ihtiyaç hayata geçene değin umarım çok (!) geç kalmış olmayız.
 Ama yine de boş durmuyor, duramıyorsunuz çünkü gemi su alıyor. Aklıselim bir gurup söz cilalayan enteller olarak boy gösteriyor, malum sizde yani bizlerde onların bir çözüm önerdiğini düşünüp, umutlanıyoruz. Ama ne yazık ki öyle olmuyor, boşa kürek sallandığını onların çakma entelektüeller olduğunu, kendilerine yonttuklarını gördüğümüzde yüzümüzde patlıyor gerçek. Dahası olduğumuz yerde saydığımızı gördükçe, daha iyi farkına varıyoruz umutsuz vaka olduğumuzun.
Hadi çok biliyorsan sen kurtar bakalım gemiyi diyebilirsiniz tamda şu an, konuşmayla çözülmez sorunlar diyebilirsiniz.  Bir bakıma haklısınız derim ben de ama bir fark var, entel olsam dükkân sizin ancak ben hali hazırda bizim şu inatla ısrar eden entellerden değilim. Altından kalkamayacağım yükün altına girip ağzım iyi laf yapıyor zannederek kimsenin vebalini alamam. Ama doyduğum yerse ve doğduğum ve gönlüme koyduğum, gördüğünü görmezden, bildiğini bilmezden gelemiyor insan ancak bu kadarını söyleyebiliyorum. Dilinin döndüğünce aklının erdiğince karalıyorsun kaleme kâğıda. Varsa bu kentin kanayan yarası, derdi tasası, bunu yazacaksın, söyleyeceksin, bunu duymaktan korkan korkaklardan olmayacaksın. Bilginin her türlüsü kıymetlidir zira biz böyle öğrendik!
Hoşumuza gitmeyen bam telimize basan sözler kulağımıza geldiğinde gözümüz gördüğünde o çok gururlandığınız entelektüel havanızı bozmayacaksınız örneğin. Çakma yani imitasyon değil orijinal olmak önemli bir meziyettir şahsına münhasırda denilir böylesine.
Sitem mi peki (?)  sayılır aslında. Varsa bir bildiğin söyleyeceksin sözü asılıyor yakama.
Çünkü şu bizim çakma entellerden bir ikisi sınırı aştı, can sıktı.
Yazmak herkesin hakkı doğru bildiğini sınırlar çerçevesinde yazmalı yazabilmeli insan, sınırlar dedim!
Birilerinin işine gelmediğinde, egoları okşanmadığında ne hale düşebiliyorlarmış tanıklık etmişliğim oldu ve daha da fazlası.
Örneğin; Bir tehdit telefonu gelebiliyor beklenmedik bir anda, ne söylediğini neyi söylediğini bilmeyecek kadar zekâdan yoksun birisi birilerinin maşası olarak havlayabiliyor. Kendini nasıl rezil ve iki paralık edebiliyor ve tuzağa düştüğünü de çok zaman sonra anlayabiliyor. Hem de yetkisi istediğinin biletini kesecek düzeydeyken. Zekâ işi bu entel olmakla dantel olmak aynı şey değil nerden bilsin. Çünkü aklı…
Köpeklerin her zaman ulu orta havlamaları gibi bir zafiyetleri vardır bunu bilmeyen yoktur.. Bazı zamanlarda koloni olarak güç gösterisi yapsalar da bir dişinin peşine musallat oldukları an köpeklerin en tehlikeli oldukları anlarmış, bunu da biliyorsunuzdur artık. Yani köpeklerin enteli danteli olmaz öyle zannediyorum, belki de vardır kendi aralarında birbirlerine öyle hava atıyorlardır, dedim ya entel köpek ihtimaline aklım ermedi.
Konunun yeniden diğer başlığına dönecek olursak…
Bir derdin sıkıntın varsa konuşursun yazarsın anlatırsın. Ve bütün bunların bu sorunların çözülmesi içinde yol yöntem ararsın. Yetkilisine ulaşır, ulaştığının da etkisini görmek istersin, havlamaktan zaman bulduklarında elbette.
Bu çarkın içinde, başkalarının suyuyla değirmeninde su çevirenlerin, kendilerine gelmeleri için tepiniyorum. Entelektüellik erdemle olur, cehalet denilen şey kendini ne kadar doldurduğunla kaybolur. Bunun başka türlüsünü henüz öğrenmedim.
Kendini bir halt zanneden ve ulu orta havlayanlara ufak bir dokundurma şimdilik. Isıracakları kişiyi iyi seçsinler tavsiyesiyle! Kendilerine yontmayı bıraksınlar, kendilerini yontsunlar ve bu coğrafyanın içinde verilen mücadelelere kulak versinler babında. Ses getirip getirmeyeceğini önümüzdeki günler belirleyecek zira kendilerini biliyorlar. Henüz isim zikretmedim ama böyle giderse çok sürmez. Ayrıca kar suyu bu ne zaman nereye kaçar belli olmaz, kulak olur olurda olur işte.. Köpekler zaten havlar onların işi ve özellikleri bu. Ama iş ısırmaya gelince hangi hayvanın dişleri daha keskindir bilemeyiz.  Havlayan köpek ısırmaz diye bir deyim vardı öyle değil mi? Bir başkasının komutuyla havlayanları kapsıyor mu bilmiyorum.