Kimin çocuğu olduğu önemli değil, hangi ırktan, hangi mezhepten olduğu ise hiç önemli değil, sadece çocuk olmaları önemli.
Önemli de kimin için önemli? Kim dikkate alıyor savaşın içinde ziyan olan çocukları. Kimin umurunda o dayanılması imkânsız dehşetin içinde, gözlerinde devleşen korkuyla, sığınacak bir yürek arayan çocuklar.
Savaş çocukları onlar…
Birçoğunun ailesinden eser yok ortalarda, yitip gitmiş anası, babası, yakını, bir başına harabeye dönmüş sokaklarda, dehşetin içinde, yalınayak, aç, susuz, tutacak bir el arayan, her şeye rağmen, hep masum kalan çocukların, ne zaman farkına varacak bu kahrolası dünya.
Bu savaş denilen illetin sorumluları, ne zaman cezalandırılacak. Daha düne kadar, açlıktan ölen milyonlarca çocuğun farkına varamayan bizler, hiçbir şey yapmayan bizler, insanlığımızdan utanmak için daha kaç çocuk kurban edeceğiz.
Hani bir şarkı sözü vardı “Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş. Tanrı istemezse insan ölmezmiş” diye sıralanmış söz dizgilerinden oluşan o şarkı sözü, sahiden de doğrumu.
Bunca şeyleri sahiden de Tanrı’mı istiyor. Sahiden de açlıktan ölen milyonlarca çocuğu, savaşlarda yaralanan ve ölen, doğduğu ülkelerde bin bir zulme, eziyete uğratılan bütün çocukların, bunları yaşıyor olması Tanrının suçumu?
Biz güya yetişkin insanlar olarak, hepimiz, çocukluk denilen o saflığın zaman diliminden geçenler olarak, ne ara canileştik ve ne ara bu kadar duyarsız olabildik. Ne ara sorumluluklarımızı unutup hayvanlaşabildik. Diğer canlılardan bizi ayıran konuşma özelliğimizin, ne ara dilini kestik.
İnsanoğlunun ayarı kaçtığında, bozulmaya başladığında, tamiri için henüz bir mucize yok dünya üzerinde. Ne kimyasını, nede ruhani algısını fabrika ayarlarına döndürecek bir sistem henüz yok.
Kirlendiği yerden kopuyor insanlık…
Maneviyat denilen şeyin, aynı zamanda inançların da kodlarıyla oynamaya başlanıldığından beri, öncelikleri değişti birilerinin. Aslında önce inançlarımız kirlerdi bizim. Sorgulama yöntemlerimiz, zamansız ve ayarsız gelişti. Asıl sorulması gereken ya da sorgulanması gereken yerden bakamadık yaşama.
Kapitalizm diye bir canavar yarattık mesela, bunu da yüklemeyelim Tanrıya, bu tamamen insanlığın yüz karasıdır. Zenginler fakir bırakılanlardan beslendi, sömürdü ırkdaşlarını acımasız zihniyet.
Tanrının varlığına inanıyormuş gibi yaptık. Suçlarımızdan, sorumluluklarımızdan arınmak için, o manevi huzura başvurduğumuz her anımızda, af dileyerek bütün suçlarımızdan arındığımızı düşündük.
Ve hiç ara vermeden, bir diğer suça doğru yol aldık, nasılsa af dileriz ve unutulur, affediliriz sandık. Vicdanını öldüren insanların affı yok, olmamalıda.
İnsanoğlunun dünya üzerindeki yolculuğunun akışına, var olma dizilimine baktığımız her seferde, insanlık zincirinin en güvendiğimiz yerden koptuğunu görmezden geldik. Çıkarlar ve menfaatler, hırslar, kısacası kördüğüm etti vicdanı, hakkaniyeti, adil olunamayan her yerde, her şeyde, savaştı insanlık, kazananlar hep, hak etmeyenler oldu.
Ayrıştırdık birbirimizden birbirimizi. Onlar Hıristiyan dedik ve hatta gâvur mesela. Onlar siyah dedik, zenci, lanetli yaratıklar dedik, Tanrı onları cezalandırdı dedik. “Onlar Müslüman dediler onlar Allah’a inanıyorlar dediler, oluk oluk kanayan bir Ortadoğu inşa ettiler.”
Daha da ileri gittik, kendi inancımızın sınırları içinde olanları da ayrıştırdık. Son peygamberimizin varlığına inanırken, aklımızı karıştırdı birileri. Dini kendi tekelinde tutmaya çalıştı yine birileri. Yapılmaması gerekenleri, yasaklı olanları en çok, en fazla inandığını savunanlar çiğnedi ve ezdi.
Bu arada çocuklar ölmeye, öldürülmeye devam edildi. Yine bu arada çocuklar cinsel obje olarak görülmeye de devam edildi. İnsanlığın ayarı kaçtıkça, bozulmaya başladıkça, dünya üzerindeki canilik de büyüdü. En çok çocuklar ödedi bedelini, yaşları kaç olursa olsun. Bir yandan çocukları koruma altına aldıklarını söyleyenler, diğer yandan ilk önce onlardan vazgeçtiler.
Tanrı cani olsaydı, bu kadar çok çocuk yaratmazdı. Ve her birini masum, her birini saf yaratmazdı. Demek ki cani olanlar bizleriz, ayarı kaçan, fabrika ayarları bozulan, sadece insanlık.
Kendi çocuğunu bile acımasızca gözden çıkaran insanlık, bir başkasının çocuğunu zaten gözden çıkartır. Kimi zaman kurşun sıkar üzerine, kimi zaman bir canlı bombaya dönüştürür. Oysa ölenlerde, öldürenlerde çocuk, yok olan ise insanlık. Yeni bir ırk doğuyor dünya üzerinde “hayvanlaşan insanlık.”
Ve nihayetinde sokaklara taşar ölüm, birileri ölür, birileri öldürür. Birileri savaşlar çıkartır, birileri de uzaktan yakından görür, sadece izler, seyircisi en kalabalık oyundur ölüm. Çocuklar ölür, çocuklar öldürülür, dünya ise uzaktan izler ve halen daha sadece izler… Ya yakında olanlar…